Anadolu Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Aldemir ve beraberindeki heyet Sivil Toplum Kuruluşları Platformu’nun tanıtım konferansına katıldı.
Sivil Toplum Kuruluşları Platformu, Suriye ve Türkiye’de Suriyelilere yönelik faaliyet yürüten Suriye menşeli sivil toplum kuruluşlarını çatısı altında toplayan iki koordinasyon organının birleşmesinden oluşuyor.
Sivil Toplum Kuruluşları Platformunun tanıtımını yapmak, platformun vizyonunu, hedeflerini ve stratejik planını ilgili mercilere tanıtmak, 2021-2022 yılı için mevcut ve planlanan program, proje ve faaliyetlerin sunumu yapmak, Ortak çalışma kavramının güçlendirilmesi için koordinasyon ve ortaklıkların kurulmasını teşvik etmek, Sivil Toplum Kuruluşları Platformunun, sığınmacılar ile ev sahibi toplum arasında sosyal uyumu sağlama hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunmak amaçlarıyla yapılan konferans Kuran-ı Kerim tilavetiyle başladı.
27 Ekim Çarşamba günü düzenlenen konferansa Sivil Toplum Kuruluşları Platformu Başkanı Khalid ALISSA, İstanbul Valiliği adına Dr. Yaşar AKSANYAR, Suriyeli Federasyonlar Birliği adına Aşraf ALMSALAM , The Humanitarian Forum Başkanı Dr. Hani ELBANA, Türkiyeli STK’lar adına Turgay ALDEMİR’in açılış konuşmalarıyla devam etti.
ALDEMİR açılış konuşmasında şunlara değindi;
“Bu coğrafyanın en az bin yıllık tarihine bakılırsa Türklerin, Arapların, Kürtlerin ve diğer milletlerin ortak hikâyeleri olduğu görülür. Yeni bir gelecek inşa edilmek isteniyorsa, yerin altıyla mutlaka irtibat kurmak lazım. Bizler Suriyeli kardeşlerimizle beraber Çanakkale’den Eritre’ye, Moro’dan Yemen’e, Filistin’e kadar dünyanın birçok yerinde adaletin, özgürlüğün, insanlığın geleceğinin ortak mücadelesini verdik. Ancak tanık olduğumuz yüzyılın gereklerini yerine getiremediğimiz ve karşılaştığımız tehditleri yeterince algılayamadığımız için sorunlarımızın altında ezildik, parçalandık ve nihayetinde birbirimizden ayrı düştük. Ama kader-i ilahi büyük bir acıyla bizi yeniden bir araya getirdi. Şu toplantı yaptığımız aziz İstanbul’un fethinin yıldönümünde bir araya geldik ve dünyanın geleceğinde de yine birlikte var olacağız. Suriye’de yaşanılan acıyı ifade etmeye kelimeler kifayet etmez. Sizler büyük bir acı yaşadınız. Suriye’de küresel vicdan öldü, nasırlaştı, acıları hissedemez oldu. Annelerin feryatları rakamlara indirgendi, yetimler ortada kaldı. Sizler, özellikle modern dünyanın adaletini temsil eden Türkiye halkıyla, sivil toplumuyla, devletiyle hep birlikte ilk günden beri beraber oldunuz. Elbette ki eksikliklerimiz yok değil. Ama bunların çözümü için bugün bu masanın kurulmuş olması, son derece heyecan ve umut vericidir. Bu toprakların dününde var olanlar, sadece Suriye’nin değil tüm insanlığın geleceğini konuşmak için burada. Artık sorunları alt alta sıralamaktan öte, çözümü için devletiyle, milletiyle, sivil toplumuyla bir araya gelmiş durumda.
Değerli kardeşlerim, yıkılan şehirleri yaparız, evleri inşa ederiz, toprakları imar ederiz. Ama insanlık onuru zedelenirse, nesillerimiz kaybedilirse, değerlerimiz tahrip edilirse, topraklarımızda bin yılı aşkın süren yürüyüş engellenirse inşa ettiğimiz, altyapısını döşediğimiz şehirlerin adı bizim olur ama kendisi başka şeye dönüşür. Bugün İslam dünyasının birçok yerinde yöneticilerin adı bu topraklara ait, ama aklı, fikri, zihni, maalesef emperyalizme hizmet etmektedir. Bunun için Hz. Ali efendimiz der ki: “Akıl bir binektir, fikirse süvaridir.” Bizim fikir üretmeye ihtiyacımız var. Sorunlarımızın bizi ele geçirmesine engel olmalıyız.
Bizler de Türkiye sivil toplum kuruluşları olarak, sizlerle beraber bu coğrafyanın ortak geleceğinde çaba sarf etmeye her zaman hazırız. Bu topraklarda milletimizin birikmiş insani rezervi ve devletimizin imkânlarıyla yanınızda olacağız. Bu toplantıya vesile olan tüm kardeşlerimi Allah’ın selamı ile selamlıyor, toplantının hayırlara vesile olmasını diliyorum.”
Programın sonraki kısmında Sivil Toplum Kuruluşları Platformu’nun planlamaları, vizyonu, hedefleri strateji üzerime katılımcılar söz aldı. ‘Harmony’ sosyal uyum programın sunumu ve müzakeresinin de yapıldığı konferansta panelde de söz alan Aldemir konuşmasında şu ifadelere yer verdi;
“Sınırlar, hiç kimseyi bir başkasından farklı kılmaz. Kendi irade ve çabamızla edinmediğimiz hiçbir kimlik, bir diğeri karşısında üstünlük vesilesi değildir. İnsanın iradesi dışında belirlenen doğduğu toprak parçası, mensup olduğu aile, içinde yer aldığı ırkı, bir diğeri için üstünlük vesilesi olamaz. Ancak tanık olduğumuz dünyada bu nitelikler baskı unsuruna dönüşmüş ve bu yüzden mevcut dünya, her tarafından çaresizliğin patlak verdiği bir hâle bürünmüştür. Bu bakış açısıyla meselelere yaklaşılırsa sorunlarımızı çözemeyiz. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici yaklaşımlar, dünyadaki zenginliği ve çeşitliliği yönetemiyor. Ulus devletler, kendi kimliğini inşa etmek isterken bir diğeri üzerinde tahakküm kurmak istiyor.
Ortaya çıkan hakikat şudur ki ulus devletler, modern kabile devletlerine dönüşmüş durumda. Bunlar insanlığın sorunlarını çözemiyor. Ancak bu ulus devletlerinin tecrübesinin yanı sıra Batı’daki yönetim tecrübelerini de alarak yeni dünyanın sorunlarına odaklanmamız lazım. Bu ay başında Birleşmiş Milletler toplantısı oldu. Dünyanın bir numaralı meselesi göç olmakla birlikte ondan sonraki dört başlık ise göçten etkilenen meselelerdi. Dünyadaki iklim değişiklikleri, gelir dağılımındaki adaletsizlikler; gelişmiş ve iklimin müsait olduğu ülkelere doğru göçün ve nüfus hareketliliğinin daha fazla artacağını gösteriyor.
Fakat şu anki dünya, bu sorunu yönetecek kavramsal bir dile sahip değil. Bir sorunu nasıl tarif ederseniz öyle çözersiniz. Suriyeliler bir sorun mu bir imkân mı? Ben Suriyelilerin ev sahibi toplum için 11 yıllık süreçte bir imkân olduğunu düşünüyorum ve bunu her hâliyle yaşadık. Ancak bir sorun gibi tarif ettiğiniz zaman başka bir renge bürünüyor. Bu nedenle önce dilimizi değiştirmemiz lazım. Kimin kimden dolayı rızıklandığını elbette Allah bilir, ama görüyoruz ki Türkiye toplumu, Suriyeli veya başka mazlumlara yaklaşımından dolayı rızıklandırılmıştır. Bunu sorun olarak gören şu anki politik daralma, aslında mevcut sorunlarımıza dair yeterli çözüm üretemediğimizin bir ifadesidir.
Şu anda sivil toplum örgütlerimizin büyük bir kısmının faaliyet alanı gıda, barınma ve sağlık hizmetlerinden öteye maalesef geçemiyor. Hâlbuki ortaya çıkan enerjiyi yönetecek bir çaba lazım. Türkiye Akdeniz'de doğalgaz arıyor, yeterli rezerv var, fakat bunu işleyecek teknoloji yok. Şimdi bu rezervi işleyecek teknolojiyi geliştirmeye çalışıyor. Aynı şekilde bizim de bu imkânı yönetecek aklı üretmemiz lazım. Bunun için bu masada daha fazla ve farklı akılların olması gerekir. Bir kişi bile dışarıda kalırsa kalıcı çözümlere ulaşamayız.
Biz Gaziantep'te sorunun başından beri çözümün ortağı olmaya çalışıyoruz ve kendimizi böyle görüyoruz. Misafirlerimizi “Suriyeliler” diye adlandırmak veya benzeri kavram ve tanımlamalar yapmak, onları ötekileştirmeye yol açıyor. Meseleleri beraberce konuşuyoruz ve her konu için yüzlerce toplantı yaptık. 2012 yılında Suriyeli doktorları topladık ve toplantıya 334 kişi katılmıştı. Şu anda çoğu, Batılı ülkelere gitti ve sadece 31 kişi Türkiye’de kaldı. Peki buradakilere kim bakacak? Suriyeli siyasetçiler, hakimler, savcılar ve akademisyenlerle kim ilgilenecek? Suriye'den başka ülkelere 17 bin akademisyen gitti. Bir akademisyenin yetişme maliyeti inanılmaz bir rakamdır. Geçen hafta aldığım veriye göre Türkiye'de 1100 Suriyeli akademisyen kalmış ve bunların sadece 400’ü Türkiye'deki üniversitelerde istihdam ediliyor. Üstelik bunların çok iyi şartlarda olduğunu da söyleyemem. Türkiye'de üniversite okuyan öğrenci sayımız 48.791 olduğu hâlde üniversiteye gitmesi gerekenlerin sayısı ise bunun tam üç katı. Liselerde 771.000 kişi okuyor, ancak anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise çağında olup da okula gitmesi gereken öğrenci sayısı ise 1.400.000 civarında.
Değerli arkadaşlar, zamanında Afgan mültecileri Peşaver’de eğitemediğimiz için Batılı istihbarat örgütleri tekfirci gruplar yetiştirmiş ve çocuklarımızı, yetimlerimizi devşirerek İslamofobiye kaynaklık oluşturmuştu. Ancak bugün el-Kaide ve Daeş gibi tekfirci akımların Suriye'de bir karşılığı yoktur. Cerablus'ta bir dullar kampı var ve burada 71 ülkeden, özellikle Avrupa'dan kadınlar bulunuyor. İstihbarat örgütleri İslam'a meyledenleri almış, götürmüş, terörün içine sokmuş ve sonra da bunu dizi yapmış. Bunun için bir an önce sağlık, gıda, barınma sarmalından çıkalım, çünkü bizim asıl işimiz düşünce üretmek, insan birikimini işleyecek mekanizma geliştirmektir.
Bu amaçla Suriyeli dostlarımızla bir araya geliyoruz. 2014 yılında bir sandık koyduk ve yetmişe yakın Suriyeli sivil toplum örgütü kendi yönetimini seçti. Burada her düşünceden katılımcı vardı, Hristiyan’ı da Sünni’si de Kürt’ü de Türk’ü de oradaydı. Bu topluluk hâlâ devam ediyor. Bunlar Türkiye’deki yerel yönetimle düzenli toplantı yapıyorlar. İstanbul valisiyle başlamıştı, şimdi Gaziantep valisiyle 15 günde veya ayda bir Suriyeli kanaat önderleriyle birlikte toplantı yapıyorlar. Bu toplantılar, “Sorunumuz bitti” diyene kadar devam edecek. Bu yapılmadığı zaman bir süre sonra gettolaşma başlıyor. Şu an İstanbul'da, Ankara’da, Hatay’da yaşadığımız durum tamamen budur. Bu sorunu aşmak için öncelikle güçlü sivil toplum örgütleri lazım. Örneğin İtalya'da yapılan bir araştırmada, başkent Roma'nın, sivil toplum örgütlerinin güçlü olduğu semtlerinde milli gelirin daha yüksek, mahkemelere ve emniyete intikal eden sorunların daha az olduğu görülmüş. Dolayısıyla bizim güçlü, katılımcı sivil toplum örgütlerine ihtiyacımız var. Ancak İslami veya mütedeyyin kesimde yer alan sivil toplum örgütlerinin yönetim mekanizmalarında kadınlar ve gençler yeterince yok, oysa Hz. Peygamber’in mescidinde vardı. Bu, yüzleşmemiz gereken bir yanlış. Çünkü kadın ve çocuk işin içinde olmadığı zaman bu konular evde konuşulmuyor. Büyük büyük sivil toplum binaları yaparak bu işleri çözemeyiz. Her evin bir sivil toplum mekânı veya ocağı hâline gelmesi ve orada herkesin birbirini etkilemesi lazım.
Bir Suriyeli dostumun, Şair Feyyaz Süleyman’ın taziyesine gitmiştim. Baktım bir kadın, kucağında bebek olduğu hâlde dileniyor. Hemen Emniyet ve Valilikteki yetkilileri aradım. O kavşaktan 15 dakika sonra geçtiğimde o kadın alınmıştı. O gün de sordum, ihtiyaçları karşılanmış ve sorun çözülmüştü. Biz 2013'te şehirde dilenen herkesi topladık ve 2100 kişi çıktı. Bunlara meslek edindirdik, mesleği olana imkân sağladık. Bu insanları hayatın içine aldık, ama bunların yüzde 9'u dilencilikte karar kıldığı için sınır dışı edildiler. Bu nedenle Gaziantep'te dilenci göremezsiniz. Ben ve yönetimdeki arkadaşlarım ne zaman ışıklarda bir dilenen, mazlum görsek, “Neme lazım, geç git!” diyemeyiz, ona anında müdahale ederiz, çünkü o benim ailemdir, o benim çocuğumdur. Yaşadığımız şehirlerde bir vicdan incinmişse, o bizim vicdanımızdır. Şimdi “Suriyeliler ne ister?” diyorlar. Benim çocuğum ne isterse Suriyeliler de onu ister. Benim ailem nasıl bir güvenlik istiyorsa onlar da onu istiyor.
Diğer taraftan çözüm için iş birliği ortaya koymak lazım. Burada üç kavrama dikkat çekmek istiyorum: hukuk, konukseverlik ve hayırseverlik. Devletin meşruiyeti hukukla sağlanır ve devleti buna zorlamamız, bunun için lobi yapmamız ve bu yolda çalışmamız lazım. Devlet, yasa oluşturarak normları ortaya koyar. Bunları belirlerken de bizden görüş alır. Hayırseverlik, sivil toplum örgütlerinin; konukseverlik de halkın görevidir. Fakat bizde hukuk oluşturmak çok zor olduğu için hukukçularımız da hayırseverlik yapıyor, devlet de hayırseverliğe soyunuyor. Bir gün bir üniversite rektörümüz beni aradı ve “Dostum, biz yardım topladık, Suriye'ye götüreceğiz” dedi. “Hocam ne topladınız?” diye sordum. “Üç kamyon un topladık” diye cevap verdi. “Un işine de girmişsiniz, bizim bir un uzmanımız var, seni ona yönlendireyim” dedim. Tanırlar, Mahmut Kaçmazer eskiden uncuydu. “O çözsün” dedim. Neyse hoca, un uzmanımızla görüştü fakat sonra, “Ya beni ona niye yönlendirdin?” diye sordu. “Muhterem hocam, siz akademisyensiniz, üniversite rektörüsünüz, size ne bu işten. Ben göçle ilgili bir sempozyum yapacağım, akademisyenlerden fikir alacağım, sizi bu alanlarda görmek isteriz” dedim.
Değerli arkadaşlar, İslam dünyasında herkes hayırsever olmuş. Hâlbuki bize hukuk lazım, konukseverlik lazım. Evet halkımız konukseverliği yapıyor ve bu nedenle halkın önüne ciddi, şeffaf, hayırsever kurumlar koymamız lazım. Bunun için sivil toplumun çatısı, organizasyonu, kalitesi, yönetim şekli, devletinkinden daha yüksek olmak zorunda. Devletin karşısında böyle makam veya dünyalık devşiren insanlar sivil bir sistemi kuramaz, denetimi sağlayamaz. Biz varsak Göç İdaresi var, ben varsam vali var, çünkü ben halkım. Ama onu uygulama talimatını ben veremem, sadece fikrimi anlatırım, devlet onun gereğini yapar. Onun için güçlü sivil toplum örgütlerini güçlü toplumlar besler ve güçlü sivil toplum örgütleri olan devletler de dünyada bir umut olur. Bunlardan bir tanesi devleti ele geçirmeye kalkarsa Fetö olur. Bu nedenle iş birliği içerisinde yürümemiz lazım.”
Panelin ardından Aldemir’e “Suriye'de birçok kadın ve çocuk sıkıntılı durumda; evler, mahalleler yıkılmış, bombalanmış ve şu an insanların ciddi bir şekilde altyapıya ihtiyaçları var. Böyle acil bir altyapı ihtiyacı varken diğer ihtiyaçlara neden yönelmemiz gerekmektedir?” sorusu soruldu.
Aldemir soruyu şu şekilde yanıtladı; “Çünkü neyi büyütmek isterseniz onu konuşursunuz. Biz uzun süre sürgünler yaşadık, kendi ülkemizde arkamıza bakarak yürüdük, hepimiz bir sürü acı yaşadık, mala mülke makama mahrum kaldık, ama malla, mülkle, makamla bu işlerin çözülemeyeceğini gördük. Bu anlamda en kıymetli iş, fikir üretmektir. Fikir veya düşünce girdiği her yere ruh verir, hayat verir, şekil verir. Yersiniz, ama yarın yine acıkırsınız, ev yaparsınız ama bir süre sonra yıkılır. Fakat fikirler ölmez, fikir insana umut verir, insanı zinde tutar. Kitaplar o kadar önemli ki çok sayıda kitap tercüme ediyoruz. Dünya klasiklerinden tutun da Cevdet Said’den Hayrettin Karaman’a kadar yüze yakın kitap tercüme ettik, fakat insanlar o kadar ilgisiz ki… Ama Suriye’deki insanlar bu kitapları okuyabilmek için sıraya giriyor. Biz Suriye'de 805 okula 805 kütüphane kuruyoruz. Suriye’ye yapılan yardımlar arasında gıda var, giysi var, ev eşyası var ama kitap yok. O kadar gıda malzemesi gidiyor ki “Verecek yer yok” diyorlar. Bazı bölgeler “Ne olur bize yardım getirmeyin, bize okul getirin, bize fikir getirin, bize fikrimizi sorun” diyor. Ben bu işin çözümünün, işin muhataplarını çözüme ortak etmekten geçtiğini gördüm. Pandemiyle beraber Türkiye'de ve Suriye'de sivil toplum kuruluşlarının büyük kısmı, hayırsever kurumuna veya yardım kuruluşuna dönüştü. Oysa biz dört yıl önce Suriyelilerin Türk ekonomisine katkısını görüştük, bunun için Müsiad’la beraber çalıştay yaptık ve inanılmaz rakamlar ortaya çıktı. Dünyadaki 100 büyük şirketin 64’ünün kurucusu göçmendir. Durum, Türkiye'de de farklı değil. Suriyeli bir arkadaşa sordum, “Ne yapıyorsun” diye, “Halı alıp satıyorum, otuz iki ülkeye satış yapıyorum” dedi. Yüzlerce kişi istihdam eden büyük bir işletmeye dönüşmüş. Sadece Gaziantep'te Suriyelilerin kurduğu 121 fabrika, 2857 şirket var. Suriyeliler artık garip gureba, fakir fukara değiller. Aklı olan, fikri olan insanlar ve bunlarda sanat da var kültür de. Yeter ki onları bu işin içine katalım.”