“Uğur Arslan’la Ülke’de Sahur Vakti”
Anadolu Federasyonu Başkanımız Turgay Aldemir, Ülke TV’de yayınlanan “Uğur Arslan’la Ülke’de Sahur Vakti” programına konuk oldu. Gerçekleştirilen programda “Sivil Toplum Çalışmaları” ve “Gaziantep Ramazanları” hakkında konuşan Aldemir, “Gaziantep 24 Saat yaşayan bir şehir. Aslına dönen vicdan sahibi insanların, bereketli insanların yaşadığı bir Ensar şehri” ifadelerini kullandı. Uğur Aslan’ın Bülbülzade isminin nereden geldiği ile ilgili sorusuna da cevap veren Aldemir, “Bülbülzade, Osmanlının son dönemlerinde Fatih medreselerinde baş müderrislik görevi yürüten bir kişi. Gaziantep ve çevresi işgal edilmeye başlayınca görevini bırakarak Gaziantep’e geliyor. Burada Cemiyet-i İslami’yi kurup kurtuluş mücadelesini organize ediyor. Kendisi birçok dil bilen bir mütefekkir. Sonra Cumhuriyet ile birlikte devre dışı bırakılıyor. Daha sonra da bir suikaste kurban giderek şehit oluyor. Bizde bir grup arkadaşımız ile beraber vakıf kurmaya karar verdiğimiz 1993 yılında vakfımız için bu ismi uygun bulduk. Biz bu ismi koyduktan sonra şehirle duyulup bir süre sonra da ortak paydaya dönüştü. Babası Mekke imamı olduğu için çok güzel Kur’an okuyordu. Kendisinin asıl adı Abdullah Edip efendiydi” ifadelerini kullandı.
Sivil toplum faaliyetleri ile ilgili soruları da cevaplayan Başkan Aldemir, “Biz tarihimiz boyunca vakıfçılık hareketleri nasıl olmuş, İslam dünyasında ve dünyanın geri kalanında bu faaliyetler nasıl yapılıyor diye araştırarak sürekli faaliyetimizi yeniliyoruz. Odağımızda çocuk, genç, kadın, aile ve eğitim çalışmaları var. Bunlar bizim temel çalışmalarımız. Bunun dışındakiler ise destek faaliyetleri. Zaten destek faaliyetleri amaca dönüşünce sapma başlıyor. Örneğin yardım bir insanı hayatta tutmak ve insanlığını kazandırmak için bir vesiledir ama amaca dönüşünce siz yediriyor içiriyorsunuz başkaları da onun eğitimini kültürünü döşüyor. Biz bu anlamda çalışmalarımızı bir eş güdüm içerisinde yürütüyoruz. Biz hangi konuyu çalışırsak çalışalım o sorunu yaşayanları ve işin ehli olanları masaya davet ederek birlikte çalışıyoruz” diye konuştu.
Aldemir sözlerine şu şekilde devam etti; “Göç tüm medeniyetlerin bir anlamda taşıyıcı gücü. Lübnanlı düşünür Amin Maalouf göçü ve azınlıkları polen taşıyan arılara benzetir. Bunlardan mahrum kalanlar bir anlamda meyvelerini kaybediyorlar aslında. Çünkü o dinamizm toplumu harekete geçiriyor. Türkiye ciddi bir göç dalgasıyla yüz yüze. Gerek iç savaşlar gerek iklim değişikliği gerekse geçim sıkıntısından dolayı Türkiye’de iyileşen hayat şartlarına doğru bir akış yaşandı. Bizim göçü kendi kavram ve yaklaşımlarımızla ele almamız gerekiyor. Göçmene öteki muamelesi yaparsak, insan altı yaklaşımlarla yaklaşırsak onları arkadaşımız göremezsek bu sorunu çözmemiz de zor olur. Bizim bunun için vilayet, yerel yönetim ve sivil toplumun birlikte çalışmasından oluşan Gaziantep modelimiz var. Bu çalışmalar kapsamında göçmenleri de masaya dâhil edip birlikte çalışıyoruz. Şu anda Gaziantep’te 600 milyon dolara varan göçmen ihracatı var. Gaziantep’te üretiyorlar, eğitime ve kültüre daha uyumlu bir şekilde yaklaşıyorlar. Göçün sosyolojisi bize bir zenginlik getirirken psikolojisini yönetemediğimiz için bu olumsuzluk bir durum olarak sosyolojiye hâkim olmuş durumda. Örneğin “Bunlar dileniyorlar, bizim yardımımızı alıyor” diyorlar. Ama göçmenlerin hepsi yardımlarla yaşamıyor. Dilencilere bakarsak bu kişiler her toplumda var. Biz Gaziantep’te 2012-2013 yıllarında bununla ilgili bir proje çalıştık. İlgili kurumlarla beraber dilencileri topladık mesleği olanlara iş bulduk, olmayanlara meslek edindirdik. Dilenciliği meslek edinenleri devlet yetkililerimiz sınır dışı etti. Mesela Türkiye’de en az dilencinin olduğu il Gaziantep’tir. Çünkü biz bir yerde bir dilenci görürsek ona mesleğini soruyoruz ve iş buluyoruz. Ama yaşamı dilencilik üzerinden dönmeye başlamışsa ona şehirde yer yok.
Biz bundan 4-5 yıl önce bu konuyla ilgili Bekir Berat Özipek hocayla birlikte Türkiye Ekonomisine göçün katkıları hakkın bir çalıştay yapmıştık. Bu çalıştayda çok ciddi veriler çıktı ortaya. Bu toplumların hepsi fakir fukara değil. Biz bunlara öteki muamelesi yaptıkça imkânı olanlar buradan göçüp gidiyorlar. Mesela benim yarın Matematik Profesörü bir misafirim var. “Ben Türkiye’de kalıp bu ülkeye katkı sağlamak istiyorum” diyor. Biz bunun gibi yetişmiş insanlara sıradan insan muamelesi yaptığımız zaman bunu Avrupalılar değerlendirmeye başlıyor. Bizler bundan 100 yıl öncesine bakıldığında aynı coğrafyanın insanlarıydık. Bu sınırları isteyerek çizmedik aramıza. Elbette ki herkes onların kendi ülkelerinde kalmalarını ister. Mesela bizim güvenli bölgelerde yaptığımız çalışmalarda gördük ki o bölgeler iyileştikçe oraya dönen insan sayısı da günden güne artıyor.
Programın devamında Türkiye ve İslam coğrafyası hakkında konuşulurken İstanbul’da sahur vaktinin gelmesiyle program sona erdi.
{youtube}https://www.youtube.com/watch?v=9VH-iqgMT8k&feature=emb_title{/youtube}